top of page
Yazarın fotoğrafıMüslüman

19


Amerika’da yaşayan Mısır asıllı Reşad Halife (Rashad Khalifa) isimli bir tıp doktorunun ortaya attığı matematiksel sistemi duymayanınız yoktur. Duymayanlar için kendimden değil, iddia sahiplerinin kendi sitelerinden alıntıyla kısa bir bilgi vereyim:

 

19 SİSTEMİ NEDİR?

Kuran, 19 asal sayısı üzerine kurulu bir sistemle korunmuştur. Kuran’ı surelerinden ayetlerine, ayetlerinden harflerine kadar koruyan bu sistem; kitabın tanrısal ve korunmuş olduğuna dair evrensel, nesnel ve rasyonel deliller sunar.

19 SİSTEMİNİN HABERİ

Mudessir (Gizlenen) olarak isimlendirilen 74. surede; Kuran’ın 19 sayısı üzerine kurulu ölçüsü ve bu ölçüye tanık olmasına rağmen “Kuran insan sözüdür” diyenlerin, ölçüyle artan ve cehennemin 19 bekçisine tanık olmakla son bulan cezası haber verilmiştir.

 

19 Sistemi ile ilgili 3 kesim vardır.

Birinci kesim; sistemin varlığı konusunda kendinden emin, sistemi ortaya çıkaran kişinin Allah’ın bir elçisi olduğuna iman etmiş bir gruptur. Cansiperane savunurlar.

İkinci kesim; Bu sisteme ve savunanlarına ölümüne karşı olan, hepsini bir saçmalık olarak gören reddiyeci kesimdir.

Üçüncü kesim ise; Sistemin varlığını ne reddeden, ne inanan, nötr kalarak mesafesini koruyan kesimdir.

Bu 3 kesimden bağımsız biri olarak 19 denen sistemin teknik tartışmalarına hiç girmeyeceğim. Bu konuda yüzlerce tartışma yapılmış, Reşad Halife’den sonra inancı taşıyan Edip Yüksel ateşli bir şekilde reddedenlerle her ortamda konuşmuştur. En çok aklımda kalanı, Edip Yüksel’i zor duruma düşüren Prof. Dr. Halis Aydemir’in tartışmasıydı. İlgisi olan buradan izleyebilir.

Usül açısından 19 sistemi ile ilgili bazı püf noktalarını, onların argümanları çerçevesinde birlikte değerlendirelim. Böylece, Besmeleler sayılır mı, nüzul sırası-mevcut sıra, Elif’ler sisteme dahil mi vs. gibi teknik tartışmalara hiç girmeden, daha başlangıçta, itikat noktasında göz ardı edilen bazı gerçeklerle konuyu netliğe kavuşturalım.

Öncelikle sistemin çıkış noktası olduğunu iddia ettikleri Müddessir Suresi’nin 31. ayetini, suredeki bütün ayetlerle birlikte inceleyelim:

1 Ey bürünüp örtünen,

2 Kalk (ve) bundan böyle uyar.

3 Rabbini tekbir et (yücelt).

4 Elbiseni temizle.

5 Pislikten kaçınıp uzaklaş.

6 Daha çok istekte bulunmak için iyilik yapma.

7 Rabbin için sabret.

8 Çünkü o boruya (sur'a) üfürüldüğü zaman,

9 İşte o gün, zorlu bir gündür;

10 Kafirler içinse hiç kolay değildir.

11 Kendisini tek olarak (yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak;

12 Ki Ben ona, 'alabildiğine geniş kapsamlı bir mal' (servet) verdim.

13 Göz önünde hazır çocuklar (verdim).

14 Ve sayısız imkan ve fırsatları önüne serdim.

15 Sonra, daha arttırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur).

16 Hayır; çünkü o, Bizim ayetlerimize karşı 'kesin bir inatçıdır."

17 Onu alabildiğine sarp bir yokuşa süreceğim.

18 Çünkü o, düşündü ve bir ölçü tesbit etti.

19 Kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?

20 Yine kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?

21 Sonra bir baktı.

22 Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti.

23 Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı (istikbar).

24 Böylece: "Bu, yalnızca 'aktarılarak öğrenilen' bir büyüdür" dedi.

25 "Bu, bir beşer sözünden başkası değildir."

26 Onu Ben, cehenneme sürükleyip atacağım.

27 Cehennem (sakar) nedir, sen bilir misin?

28 Ne alıkoyar, ne bırakır.

29 Beşere delicesine susamıştır.

30 Onun üzerinde ondokuz vardır.

31 Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkâr edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin: "Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?" İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını kendisinden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür.

32 Hayır; aya andolsun,

33 Dönüp gittiği zaman geceye,

34 Ağardığı zaman sabaha,

35 Gerçekten o, büyük (musibet)lerden biridir.

36 Beşer (insan) için bir uyarıdır.

37 Sizlerden öne geçmek veya geride kalmak isteyenler için.

38 Her nefis, kazandıklarına karşılık bir rehinedir.

39 Ancak Ashab-ı Yemin (sağ ehli) hariç.

40 Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.

41 Suçlu günahkarları;

42 "Sizi şu cehenneme sürükleyip iten nedir?"

43 Onlar: "Biz namaz kılanlardan değildik" dediler.

44 "Yoksula yedirmezdik."

45 "(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik."

46 "Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk."

47 "Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı."

48 Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.

49 Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar?

50 Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler;

51 Arslandan korkup kaçmışlar.

52 Hayır; her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister.

53 Hayır; onlar şüphesiz ahiretten korkmuyorlar.

54 Gerçek (şu ki), o (Kur'an,) elbette bir öğüttür.

55 Artık kim dilerse, öğüt alıp düşünür.

56 Allah dilemedikçe onlar öğüt almazlar; takvanın sahibi (onu kabul etmeye ehil olan) O'dur, mağfiretin sahibi (bağışlamaya ehil olan da) O'dur.

Sure, Allah’ın, elçisine, şoktan çıkıp artık görevine başlamasını emretmesiyle başlıyor. Ardından bazı tavsiyelerin akabinde lafı kıyamet gününe getiriyor ve “Ebu Leheb” olduğu varsayılan inatçı bir müşrik özelinde “O’nun hesabı bende, onunla vakit harcama” diyor. Ardından o müşriğin yaptıklarını, Kuran’a karşı söylediği yalanı anlatarak, ona reva göreceği azap hakkında bazı bilgiler veriyor. Bu esnada “Sekar” devreye giriyor. Her ne kadar bazıları “Sekar” için beyin yakan gerçek yakıştırmasını yapsa da, ayetlerin bütünlüğünden anladığımız kadarıyla “Sekar”, cehennem veya cehennemin özel bir bölümüdür. Kuran’ın ilk inen ayetlerinden olduğunu anladığımız bu ayetlerde, cehennemin tanımlanması, tarif ve tasvir edilmesi gayet olağandır.

Ve 19 rakamı 30. ayette karşımıza çıkıyor. “Üzerinde 19 vardır” lafzı genel itibariyle kapalı bir lafızdır, sadece bu ayeti ele alan biri, bu ifadeden hiçbir şey anlayamayacak ve, ya tevillere yeltenecek, ya Kuran bütünlüğü içerisinde başka ayetlerde konuyla ilgili başka bilgiler arayacak veya nötr kalıp sonraki ayetlere geçecektir. Biz de şimdilik nötr bırakıp sonraki ayetlere bakalım.

19’cuların dayanağı olan 31. ayet birkaç cümleden oluştuğu için, cümle cümle incelemek daha sağlıklı olacaktır.

İlk cümlede Rabbimiz “Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık” diyor, anlıyoruz ki cehennemi (Sekarı) melekler koruyor, burada bir beis yok.

Sonraki cümle; “Ve onların sayısını inkâr edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın.” İlk bakışta ayette “Onların” dediği, meleklerin sayısı olmalı çünkü bir üstteki ayette 19 rakamı geçiyor diye düşünürüz ama bu 19’un meleklere nispet edilmesini gerektirecek herhangi bir atıf veya ibareye rastlamıyoruz. Beynimiz “19” ve “sayı” kelimelerini peşpeşe okuyunca “Hımm demek ki 19 meleklerin sayısı” diyor. Yoksa önceki ayette geçen 19, cehennemin bir yerinde yazan bir rakam da olabilir, cehennemin katları da olabilir, görevli melek sayısı da olabilir, 19 bölümden oluşmuşta olabilir, sekar bölümünün ismi de olabilir gibi türlü türlü ihtimallere yorabiliriz. Öncelikle bu rakam ile 31. ayette geçen meleklerin sayısını (yani 19=Melek sayısı) eşleştirmenin %100 isabetli olmayabileceğini ortaya koyup sonra “farzedelim ki 19 meleklerin sayısı” deyip devam edelim.

2. cümlenin devamında bu sayının İNKAR EDENLER için bir FİTNE (Fitneten) konusu yapıldığını söylüyor Rabbimiz ve bunun ne anlama geldiğini şöyle açıklıyor; ”kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın”, demek ki bu sayı sadece Müslümanların değil, aynı zamanda kitap verilenlerin tamamının da kesin bir bilgiyle inanmasını ve imanlarının artmasını sağlayacak. Yani bu sayıdan ve ondan türeyecek fitneden bir ders alınması söz konusu. Eğer fitne konusu hiç açılmamış ve sadece sayıya vurgu yapılarak “bu sayının kendisi kesin bilgi veya iman arttırıcı” denmiş olsaydı, “Evet, bu sayıda kesin bir bilgi gizli” diyebilirdik ama Rabbimiz şüpheye yer bırakmayacak şekilde bu sayının fitne konusu olarak ortaya atılacağını söylüyor.

Cümlenin devamında; “kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın.” diyen rabbimiz, bu sayede Kuran konusunda kuşkuya kapılmayacağımızı buyuruyor ki; burada da, önceki cümlede olduğu gibi sayının kendisine değil sayıdan çıkacak fitneye atıf olmuş oluyor. Rabbimiz böyle buyuruyorsa vardır bir bildiği deyip sonraki cümleye geçelim.

Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin: "Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?" Sondan başa gidelim. “Allah bu örnekle neyi anlatmak istedi” diye kafa yoranların kimliğini ifşa ediyor rabbimiz. Çünkü, Allah, Kuran’daki üstü kapalı veya müteşabihi olmayan ayetlere yaklaşımımızı ilerleyen zamanlarda Al-i İmran suresini indirip, onun 7. ayetinde açıkça anlatacaktı. Al-i İmran-7’ye birazdan geleceğiz, şimdilik ayetimizi anlamaya devam edelim. Demek ki bu cümleden ne anlıyoruz? Kalplerinde hastalık olanlar ve kafirler “Allah bu örnekle ne anlatmak istedi” deyip bunun peşine takılarak fitne ortaya çıkaracaklar. Aksini anlayan lütfen mantıklı şekilde düzeltsin beni.

Gelelim bir sonraki cümleye; “İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir.” Öncelikle cümlede anlatılan hidayet konusunun başlı başına derin bir konu olduğunu, zaten konumuzla da direk ilgisinin olmadığını bilerek “Dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir” lafzını bir kenara koyalım.

Sonraki cümlede “Rabbinin ordularını kendisinden başka (hiç kimse) bilmez.” diyen rabbimiz acaba ordular ile neyi anlatıyor diye düşünüp, cevabını, ayetin kendi içinde, sekarı korumakla görevli melekler olarak verebiliriz. Şayet 19 rakamı meleklerin sayısı olsaydı, sadece 19 meleğe “ordular” demeyebilir. 19’un meleklerin sayısı olamayabileceğine bir delil de bu cümle olabilir. 19 Belki de meleklerin sayısıdır ve Allah onları orduların gücüne eş değer görüp böyle demiştir, o kadarını Allah bilir, ben sadece ihtimalleri ortaya koyuyorum. Neyse, zaten “Farzedelim ki 19 meleklerin sayısı” diye devam etmiştik konuya, o yüzden çokta önemli değil.

Son cümlemizde Allah “Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür.” diyerek ayetlerin bize öğüt verdiğini dile getiriyor ve ayeti sonlandırıyor.

Bütün cümlelerden anladıklarımızı derli toplu hale getirip tek bir cümleyle şöyle ifade edelim:

“19, meleklerin sayısı olabileceği gibi başka bir anlamı da içerebilir. Meleklerin sayısı da olsa, başka bir anlamı da olsa Kuran’ın bir özelliği gibi algılamak mümkün değildir. Bu sayı ancak ve ancak, “Acaba ne denmek istenmiş” diye 19 sayısını kullanarak fitne oluşturacak kalpleri hastalıklı kafirleri işaret etmektedir. Bu 19 sayısında öyle bir özellik var ki o sayede müminlerin imanı güçlenecek ve kesin bir bilgiyle iman edeceklerdir.”

Gelelim Al-i İmran-7 ile konumuzun bağlantısına ve 19 sayısındaki özelliğin ne olduğuna.

Yüce Rabbimiz Al-i İmran-7’de, Kuran’ın yapısından bahseder ve ayetlerini nasıl anlamamız gerektiği konusunda bize dersler verir. Bu derslerin bir kısmı şöyledir; “İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar fitne çıkarmak ve (hevalarına göre te'vil etmek için müteşabih olanlara uyarlar. Oysa onun te'vilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise (müteşabihleri tek başına te'vil etmeyip) "Biz ona (Kur'an'a ve içindeki ayetlere bütünüyle) inandık, hepsi Rabbimizin katındandır" derler."

Müteşabih, Arapçada benzer demektir, her muhkem ayetin bir benzeri vardır veya birbirine benzer ayetler bir anlam grubu oluşturur ki Kuran’ı anlamak ve Kuran’dan hükümler çıkarmak bu bağlantıları bularak mümkün olmaktadır. Konumuzun dağılmaması için detaylarına daha fazla girmeden, konumuzla alakasını görelim.

Yazının baş kısmında bahsettiğim gibi, gerek 30, gerekse de 31. ayetler, yalnız başlarına okunduklarında pek bir anlam ifade etmeyen yani muhkem olmayan anlamlar içermektedir.

1- 19 sayısı tam olarak neyin ifadesidir?

2- Bu sayı nasıl ve ne şekilde bir fitnenin konusu olacaktır?

3- Bu fitne, müminlerin imanını nasıl arttıracak, ne göreceğiz de kesin bilgi edinmiş ve imanımızı güçlendirmiş olacağız?

4- Allah’ın orduları acaba meleklerinin tamamı mı yoksa sadece 19 melek mi?

Gibi cevabı kesin olmayan sorular çıkmaktadır. Bu soruların çıkması, ayetlerin muhkem değil müteşabih ayetler olduğunu gösterir. O zaman Allah’ın müteşabihlerle ilgili hükmüne bakıyoruz: “Kalblerinde eğrilik bulunanlar fitne çıkarmak ve te'vil etmek için müteşabih olanlara uyarlar”

Yani: söz konusu Müddessir suresinin 31. ayetinde bahsi geçen “kalplerinde hastalık olanlar” sıfatını bu ayette “kalplerinde eğrilik olanlar” olarak buluyoruz. Böylece ayetimizin benzerini bulmuş oluyoruz, işte bu mucizedir, Kuran’ın mucizesi.

“19 acaba ne ifade ediyor” diye bunun peşine düşenlerin hastalıklı ve kafirler olduğunu, buldukları sonuçlara dayanarak bu sayı üzerinden Müslümanlar arasında ayetleri inkar edecek kadar güçlü bir fitne çıkaracaklarını Rabbimiz 14 asır önceden haber vermiş oluyor.

Ya kalbinde hastalık ve eğrilik bulunmayan bir Müslümanın ne yapması gerekirdi? İşte bunun cevabını da Rabbimiz bu ayette veriyor, birlikte alalım cevabımızı: “Onun te'vilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise (müteşabihleri tek başına te'vil etmeyip) "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır" derler."

Peki, Kuran’da olduğu iddia edilen 19 nedir? Böyle bir sistem var mıdır gerçekten?

El-cevap: Tabi ki vardır. Kuran üzerinde yaptıkları incelemelere göre, 19 rakamı üzerinden çıkardıkları bir çok bilgi tutarlı ve mantıklı. Zaten Allah’ın bu sayıyı fitne sebebi yapmasının sırrı da bu tutarlılıkta yatıyor. Şayet birileri “Acaba Allah burada ne anlatmak istemiş” deyip inceleseydi ve 19’a dair bir şey bulamasaydı ne kalplerindeki hastalık ortaya çıkacaktı ne ayetin bir anlamı kalacaktı. Ama yüce Allah öyle bir sistem koymuş ki hem bu sistemle kısmen Kuran’daki matematiksel bazı mucizelere bizleri tanık ediyor hem de bu sayıya dayanarak Kuran’ın ayetlerini inkar edenleri ifşa edip, bizim imanımızı kuvvetlendiriyor ve bilgiye dayalı kesin bir iman oluşmasını sağlıyor.

Ayetleri inkar edenler derken, bu tayfanın bir diğer argümanına ulaşmış bulunuyoruz.

Allah’ın kasten, sırf fitneciler belli olsun diye eksik bıraktığı bu metamatiksel sistemin dengesini bozan ve eksik kalmasına sebep olan iki ayet var. Bu ayetler Tevbe suresinin son iki ayeti olan 128 ve 129. ayetler. 19 sistemine ve bulana elçi diye iman eden bu sapkın kitlenin gözü o kadar dönmüş ki sırf sisteme uymuyor diye bu iki ayetin daha sonra eklenen iki hadis olduğunu iddia ediyorlar.

Bu söylem fazla revaç bulmayıp tepkiyle karşılaştıklarında bu sefer, 128. ayet hakkında şöyle bir vaveyla çıkardılar;

“Kuran’da Allah, kendisinden başka hiç bir varlık için, kendisine ait 2 ismi bir arada kullanmaz iken, TEVBE 128’de Nebiyi kendine ait ard arda 3 isimle sıralamışlar. BU onu ilah konumuna çıkartıyor. ilahınız sizin olsun. Muhammed Nebidir. Hiç bir varlık için bu elçi de olsa Nebi veya her ikisi de olsa ard arda kendisine ait isimleri sıralamıyor, Kuran boyunca böyle bir örnek yok. Bu direk onu ilah konumuna getiriyor.”

Şimdi bu argümanın ne kadar çürük olduğunu görelim. Önce 128. ayeti okuyalım.

"Andolsun ki size kendi içinizden bir Resul gelmiştir ki sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size pek düşkün, mü'minlere karşı (rauf ve rahim özelliklidir) şefkatli ve merhametlidir" Ayetteki düşkün (Harisun), şefkatli (Rauf) ve merhametli (Rahman) sıfatlarının peşpeşe kullanılmasını delil getirerek, bunların Allah2ın sıfatları olduğunu söylüyorlar sanki Allah kendi sıfatlarından bazılarını kulları için hiç kullanmamış gibi. Birkaç ayete bakalım, gerçekten Allah kendisine uygun gördüğü sıfatları hem de artarda insanlar için de kullanmamış mıdır.

1- A - “Gerçek şu ki Biz insanı karışık olan bir nutfeden-damladan yarattık. Onu denemekteyiz. Bundan dolayı onu işiten (Semian) ve gören (Basiran) yaptık.” – İnsan(76)-2

B- “Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah sübhandır (münezzehtir-yücedir). O Semi'dir, Basir'dir.” – İsrâ(17)-1

2- A - “Küfredenler "Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya" derler. Sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir hidayet rehberi (Hadi) vardır.” - Ra'd(13)-7

B- “Biz böylece her peygambere mücrimlerden (suçlu-günahkarlardan) bir düşman kıldık. Hâdi (hidayet edici) ve yardımcı olarak Rabbin yeter.” – Furkan(25)-31

Ayetlerden görüleceği üzere Allah kendi için kullandığı sıfatları bazen insanlar için de kullanmaktadır, resulü için kullanması da gayet doğaldır. Başka örnek ayetler de var ama akleden bir Müslüman için bu iki ayet yeterlidir.

Farzedelim ki hiç örnek ayet olmasın. Yine de bu argüman bir işe yaramaz, çünkü; Allah'ın sıfatlarının bazıları insanlar için de geçerli olmasında hiç bir gariplik yok. Mesela insan merhametlidir ama Allah EN merhametlidir.

Ayrıca Kuran'da ilk ve tek olan bir çok özellik bulabiliriz, bir özelliğin sadece bir kez kullanılmış olması kitaba ekleme yapıldığı anlamına asla gelmez. Mesela; Allah, ismini kullanarak Kuran’da sadece bir kere Mekke’den bahsetmiş, bir kere bahsetmiş diye bu ayet sonradan eklenmiştir demek ne kadar mantıklı ise bu arkadaşların argümanı da o kadar mantıklıdır.

Hadi bu konuda da haklılar diyelim bir an için; peki 129. ayetin ne sıkıntısı var da sonradan eklenmiş olduğunu düşünüyorlar? Buyrun 129’a da bakalım;

"Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki "Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben O'na tevekkül ettim ve O büyük arşın Rabbidir."

Tam Kuranvari bir ayet, çarpıtacak hiçbir yanı yok. Bir kere hiçbir hadiste “De ki” diye bir hitap yoktur.

Hadi 128’i gömdünüz, bu ayeti ne yapacaksınız 19’cu arkadaşlar?

Bu iki ayetin sonradan eklendiğini iddia etmek aynı zamanda neleri iddia etmektir? Bunu düşünüpte aklı başında bir cevap veremedikleri için 14 asır boyunca iki ayeti uydurma olan bir kitabı okuyup amel eden Müslümanlarla ilgili sorumuza şöyle cevap veriyorlar ki bu da bir diğer argümanlarıdır:

“Bu soruyu Firavun Musa’ya sordu. Ama sorunun amacı iman etmek, araştırmak, öğrenmek değildi, inkarına mazeret için sordu. Taha 51 -52. Argümanlar hep aynı”

Ta-Ha 51-52 ne diyormuş ona da bakalım:

“(Firavun) dedi ki "Öyleyse (kendilerine yol gösterilmeyen bir) önceki nesillerin durumu (akibeti) nedir?" - Tâ-Hâ(20)-51

“Dedi ki "Bunun bilgisi Rabbimin katında bir Kitab'tadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz." - Tâ-Hâ(20)-51

14 asır boyunca yaşamış bütün Müslümanları Firavun’un atalarının yerine koymasına mı cevap verelim, kendilerini Musa Nebi sanmalarına mı cevap verelim yoksa 14 asır boyunca Allah kitabını korumamış ve bu korunduğunu söylediği kitapla Müslümanlar aslında uydurma ayetlere de iman ettiği için Firavun’un ataları konumuna düşmüş iftirasına mı cevap verelim?

En iyisi sözü Allah’a bırakalım ve bu ayetlere iman edelim: Allah kitabını bize gelene kadar korumuştur ve kıyamete kadar da koruyacaktır.

“Rabbinin sözü doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O Semi'dir (herşeyi işitendir), Alim'dir (hakkıyle bilendir).” - En'âm(6)-115

“Hiç şüphesiz ki zikri (Kur'an'ı) Biz indirdik ve onun koruyucuları da gerçekten Biziz.” – Hicr(15)-9

“Kendilerine zikir gelince (batıl yorumlarla çarpıtanlar), onlar onu inkar etmişlerdir. O elbette aziz bir Kitab'dır.” – Fussilet(41)-41

“Batıl ona önünden de ardından da gelemez. (Çünkü o) Hakim ve Hamid (övgüye ve övülmeye layık) olandan indirilmedir.” – Fussilet(41)-42

Gelelim bir başka argümanlarına. Bunun da yukarıdakilerden daha sağlam olduğunu söylemek mümkün değil.

Kullandıkları bu argüman da Mutaffifin Suresi'nde geçen bir kelime, İLİYYİN.

Ayetler şöyle:

"Hayır, ebrar (iyi) olanların kitabı İlliyyin'dedir.” Mutaffifin(83)-18 "İlliyyin'in ne olduğunu sana bildiren nedir?” - Mutaffifin(83)-19 "Yazılmış (işaretlenip-mühürlenmiş) bir kitabdır.”- Mutaffifin(83)-20

Önceki ayetleri gizleyip, işaret-mühür lafzından 19'a kapı açıyorlar, tam bir sahtekarlık örneği. Çünkü önceki ve sonraki ayetler bütün olarak okunduğunda İliyyin'in Levh-i Mahfuz olduğunu anlamanız çok kolay. En çok bahsi geçen ikinci anlamı ise amellerin yazıldığı defterdir ama bu “İliyyin” sıfatını Kuran için kullanan sadece bu 19 tayfasıdır. Yani anlamı ilk bakışta anlaşılamayabilecek her lafı kendilerine delil olarak göstermek gibi Bektaşi usulü bir sahtekarlık yolunu kullanıyorlar.

Önceki ve sonraki ayetlerle birilkte buraya da alayım, birlikte görelim.

16 – “Sonra muhakkak ki onlar cehenneme atılacaklardır.”

17 – “Sonra onlara "İşte sizin (evvelkilerin masalı diyerek) yalanlamakta olduğunuz (cehennem) budur" denir.”

18 – “Hayır, ebrar (iyi) olanların kitabı İlliyyin'dedir.”

19 – “İlliyyin'in ne olduğunu sana bildiren nedir?”

20 – “Yazılmış (işaretlenip-mühürlenmiş) bir kitabdır. “

21 – “Ona mukarreb (yakınlaştırılmış) olanlar şahid olurlar.”

22 – “Muhakkak ki ebrar (iyi) olanlar nimetler içindedir.”

23 – “Tahtlar üzerinde bakıp-seyrederler.”

24 – “Nimetlerin parıltılı-sevincini sen onların yüzlerinde görüp-tanırsın.”

25 – “Onlara mühürlü halis bir içkiden sunulur.”

26 – “Ki onun sonu (içimin son kokusu) misktir. O halde yarışanlar bunun için yarışsınlar.”

Görüleceği üzere ayetlerin bütünlüğüne bakıldığında Kuran ile alakalı tek kelime yoktur, bu saptırmayı da böylece ortaya koymuş ve çürütmüş olduk.

Bir başka argümanları ise Cin Suresinin 28. ayeti ile ilgili; Ayet şöyle:

“Ki Rablerinden gelen risaletin gereğince tebliğ edildiğini bilsin. (Allah) onların nezdinde olanları (hubren, evvel ve ahir ilmiyle) sarıp-kuşatmış ve her şeyi sayı olarak da sayıp-tesbit etmiştir.” – Cin(72)-28

Ayetteki “sayıp-tespit” etmiştir lafını görünce hemen işte bu deyip acemice kendilerine delil sanmışlar: Halbuki Allah, resulleri bile sorguya çekeceği o gün için amel defterinin yazılmasından ve bu konudaki titizliken bahsediyor. Zaten öncesinde de gayb bilgisi ve bu bilginin elçilere hangi yollarla aktarıldığını anlatıyor rabbimiz, yine Kuran’la ilgili bir söylem yok.

Sanki Allah kendi anlaması için formül koymuş gibi bahsetmeleri, ayetin son kelimesini “HESAPLAMIŞTIR” olarak değiştirmelerinden kaynaklanıyor, ayette geçen kelime ise “TESPİT EDİLMİŞTİR”

Delil üretme gözü karalığından kaynaklanan bu sahtekarlık ve kitabın ayetlerini eğip bükme sınır tanımıyor maalesef.

Kendilerine sahtekarlık ithamında bulununca size şöyle bir cevap verebilirler;

Sad-86- De ki, "Buna karşılık olarak sizden bir ücret istemiyorum. Ben bir SAHTEKAR değilim." Sad-87- "Bu, tüm dünyaya bir mesajdır." Sad-88- "Ve onun haberlerini bir süre sonra öğreneceksiniz." ALLAH ne diyor bir süre sonra öğreneceksiniz.. Hamd olsun Öğrendik. Övgü tamamı ile ALLAH’A aittir

Şeytanın vaadi ve karşılığında Allah'ın vaadini söylediği ayetleri kendilerine delil yapacak kadar uçmuşlar. Çünkü, Kuran'ın 19'undan başka hiç bir satırından haberleri yok. Ayetleri silah olarak kullananlara en güzel cevabı yine Kuran veriyor elhamdülillah.

Tarih bunlar gibi sır bulduğunu sanan ve körlemesine birilerinin KULU olanları çok gördü, Fazlası değiller. Ayetlerin öncesine bakalım. 80 – “(Allah) buyurdu ki "Sen mühlet (verilenlerdensin." 81 – “Bilinen vaktin gününe kadar.” 82 – “Dedi ki "Senin izzetine andolsun ki, ben onların hepsini mutlaka azdırıp-kışkırtacağım." 83 – “Ancak muhlis (ihlas sahibi) kulların müstesna.” 84 – “(Allah) "İşte bu haktır ve Ben hakkı söylerim." dedi.” 85 – “Andolsun ki senden (senin soyundan) ve onlardan (insanlardan) sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım.” 86 – “(Ey Muhammed) de ki "Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve (ben kendimce size) bir yükümlülük getirenlerden de değilim." 87 – “O (Kur'an) alemler için yalnızca bir zikirdir.” 88 – “Onun haberini bir süre sonra (gerçekleştiğinde) mutlaka bilip-öğreneceksiniz.”

Bir diğer argümanları ise Mü’min suresinin iki ayeti. Önce ayetlere bakalım:

“Allah'ın ayetleri hakkında inkar edenlerden başkası mücadele etmez. Artık onların (azab vaktine kadar) şehirlerde dönüp dolaşması seni aldatmasın.” - Mü'min(40)-4

“Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanladı ve onlardan sonra (bir çok düşman) topluluklar da. Her ümmet kendi resullerini yakalamaya yeltendi. Hakkı batılla yürürlükten kaldırmak için (batıl adına) mücadeleye giriştiler. Ben de onları yakalayıverdim. Azabım-cezalandırmam nasıl oldu?” - Mü'min(40)-4

Bu iki ayeti kendileri için kullanıp “Biz Reşad’a peygamber demiyoruz, sadece bir elçi” savunmalarını kendi elleriyle çöpe atıyorlar çünkü ayetlerden açıkça anlaşılacağı üzere Nuh ve Muhammed nebilerimizin karşılaştıkları durumu sanki kendileri yaşıyormuş gibi bir ruh halindeler. Üstelik bunu Allah’ın ayetlerini inkar ederek, çarpıtarak, kelimelerini değiştirerek yapıyorlar. Allah’ın hiçbir elçisi vahyi gizlememiş ve vahye ekleme-çıkarma yapmamıştır.

Ayrıca Rabbimiz kitabında “Muhammed Allah’ın elçisi ve nebilerin sonuncusudur” diyerek yeni bir elçinin gelmeyeceğini kesinleştirmiş ve o kapıyı kapatmıştır. Elçi ile nebi aynı kişiler olup, bu ayette Rabbimiz insan bir elçi göndermeyeceğini açıklamıştır. Elçi-nebi farkı hakkında şu yazıma bakabilirsiniz.

Allah bu tür fitnelerden bütün Müslümanları korusun.

Her şeyin en doğrusunu yüce Allah bilir.

Selametle.




97 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

HADİ KINAYALIM!

Comments


bottom of page