Çoğumuzun farkında bile olmadığı, olsa bile umursamadığı bu sapmanın, hem bireysel hem toplumsal anlamda oldukça yüksek maliyetlerini taşıyoruz.
Vasatı yakalamakta bir hayli zorlandığımız bu konuda tabi ki şeytan ve dostları da boş durmayıp bu zayıf noktamızdan vurdukça vuruyor.
İnsanları din ahlakından uzaklaştıran, gerçek Rabbimiz olan Allah'a kulluk etmekten alıkoyan, dahası onların başına sayısız acılar ve belalar getiren sinsi bir tehlike. Bu tehlike, yaşamın çok farklı alanlarında, çok farklı uygulamalarla karşımıza çıkıyor. Kimi zaman bir faşistin sıkılmış yumruğu bu tehlikeye işaret eder, kimi zaman bir komünistin söylediği marş aynı tehlikenin izlerini taşır, kimi zaman da sevdiği kıza aşk mektubu yazan bir gencin sözleri bu tehlikeden kaynaklanır.
Bu tehlikenin en önemli yönü ise, insanların ezici bir bölümünün bunu bir tehlike olarak görmemesi, Kuran ahlakına tamamen aykırı ve zıt bir ruh hali olduğunu farketmemesidir.
Hatta insanların çoğu, bu ruh halini bir tehlike ve hata olarak değil, takdir edilmesi ve yaşanması gereken bir meziyet olarak görürler. Yazılı, sözlü, görsel medya yoluyla teşvik edilirler.
Bu tehlike, insanları akıllarına göre değil de hislerine, yani; tutkularına, öfkelerine, zaaflarına ve inatlarına göre yaşamaya yönelten duygusallıktır.
Duygusallık, dünya üzerinde yüzmilyonlarca insanı etkisi altına almış bir cahiliye kültürüdür. Gerçekte, şeytan tarafından, insanlığı Allah'ın yolundan alıkoymak için kullanılan silahlardan biridir. Çünkü duygusallığın pençesine düşmüş her insan, aklını kullanamaz hale gelir.
Kimi platonik bir aşk uğruna kendi canına, kimi aşık olduğunun canına kıyar, kimi kıskançlık yüzünden cinayet işler, kimi bir anlık öfkeyle elini kana bular, kimi ayrılığı veya terk edilmeyi hazmedemeyip silaha sarılır. Beşer kaynaklı dava(!)sı uğruna milyonlarca insan birbirini katletti ve katlediyor. Daha fazla örnek saymak mümkün ama gerek yok, gazetelerin 3. sayfa haberlerine bakanlar çok daha fazlasını, daha kan donduranlarını görebiliyor.
Aklını kullanamayan, sık sık onu devre dışı bırakıp duygularının galeyanına kapılan insan, ne kendisini yaratmış olan Allah'ı fark edebilir, ne O'nun delilleri ve hikmetleri üzerinde düşünebilir, ne de Kuran ahlakının inceliklerini kavrayıp yaşayabilir.
Çünkü din ahlakının yaşanması akılla mümkündür ve Allah Kuran'ı," (Bu Kur'an) ayetlerini iyice düşünsünler ve ulul elbab (zikir, hikmet ve hayır sahibleri) öğüt alsınlar diye." indirmiştir. (Sad(88)-29)
Kısacası, duygusallık hastalığı tedavi edilmeden bir insanın dini gerçek anlamda kavraması ve yaşaması mümkün değildir. Dahası, duygusallık hastalığı tedavi edilmeden, dünyadaki sayısız çatışmanın, insanların kendi kendilerine yaptıkları zulmün, sebepsiz acı, hüzün ve saldırganlığın da ortadan kalkması mümkün değildir.
Hiç kimsenin kendisini bu tehlikeden uzak görmemesi ve şeytanın her insanı sokmaya çalıştığı bu batağa karşı herkesin dikkatli olması gerekmektedir.
Günümüzde duygusallık telkininin en yoğun yapıldığı insanlar gençlerdir. Aşk ve tutkunun sonuna kadar yaşanması gerektiği telkiniyle gençlerin kontrolden çıkmaları sağlanarak çoğu zaman yanlış ilişkilere sürüklenmelerine neden olunur. Duygusal şarkılar, sözler, şiirler, filmler ve romantizm masallarıyla genç beyinlere mantıktan uzak sadece duygusal yaklaşımlarla ‘anı yaşamaları’ telkini verilir. Böylece gerçek sevgiyi yaşamadan sadece geçici heveslerin hüküm sürdüğü bir hayat yaşayan bu gençler beklentilerinin gerçekleşmediği durumlarda büyük yıkımlar yaşarlar. Bazen intihara kadar giden zayıflıklar dahi gösterebilirler. Oysa aklını kullanıp Allah’a sığınan insanlar için her türlü durum bir hayır olarak görülür. Şifayı uyuşturucu, alkol ya da başka şeylerde değil Allah’a sığınmakta bulurlar. “Kuran`dan mü`minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Oysa o, zalimlere kayıplardan başkasını arttırmaz. “ - İsra(17)-82
Bugün yaşanan pek çok çözümsüzlüğün, sıkıntının ve belaların altında şeytanın bu bitmek bilmeyen telkinleri yatar. Şeytan insanların boş amaçlar, geçici hevesler peşinde koşup yanlışlar yapmasını ister. Bundan büyük bir haz duyar. Allah bizleri bu tehlikeye karşı Kuran’da şöyle uyarmıştır: “Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder.” Nur(24)-21
İfrat ve tefrit sınırları içerisinde duygularını aklı ile kontrol edebilmeyi öğrenen insan güçlü insandır. Bu kontrolün yolu ise sükunetten, ani tepkilerden kaçınmaktan ve soğukkanlı olmaktan geçer. Aklın hakemliği olmadan sadece duygulara göre yaşamak er ya da geç kişiyi mutsuz edeceği gibi ahiretini de karartır çünkü fıtratımızda sadece kalbimiz değil aklımız da söz sahibi olarak yaratılmıştır, söz sahipliğini sadece birine verdiğimizde mutlaka vasattan sapar, uçlarda dolaşarak hatalar yaparız.
Kuran okumak, dua etmek, namaz kılmak, abdest almak gibi ibadetler insanı sükunete ve huzura kavuşturur. Duygularımızın kabardığı anlarda, kendimizi bu ibadetlere yönlendirmek, hem takva yolunda birer argüman hem hatalardan ve günahlardan korunma adına birer şemsiyemiz olacaktır.
İnsanlar, şeytanın telkiniyle, duygusallığın mutlaka olması gerektiğine inanarak duygusal olmayan insanları vicdansız olarak nitelendirirler. Bu yanlış kanı duygusal olmayan her insanın merhametsiz olduğu görüşünün ortaya çıkmasına neden olsa da Allah’ın sıfatlarından olan merhamet, mümin kulları üzerinde görülen bir özelliktir. Müminler merhametlidir, duyguları vardır, severler, kızarlar, kıskanırlar ancak duygusal değildirler. Böylesine bir zayıflığın şeytanın oyunu olduğunu çok iyi bilirler ve bu oyunu Allah’ın dosdoğru yolundan giderek bozarlar. Mümin güçlü bir karakterdir, ifrat-tefrit çizgisini bilir ve aklını kullanır, telkinlerden Allah’ın izni ile etkilenmez. “Takvaya erenlere (korkup-sakınanlara) şeytandan bir vesvese eriştiğinde, (bunu ayetlere göre) iyice durup-düşünürler ve bakarsın ki (gerçeği hemen) görüp bilmişlerdir. - A'râf(7)-201
Comentarios