Kuran, nazil olmaya ve müşriklere tebliğ edilmeye başlandığında, müşriklerin birbirinden farklı tepkileri olmuştu. Bu tepkilerden en dikkat çekici olanlarından biri Kuran’ın ve Resulullah’ın sihirle itham edilmesiydi.
Sihir, lügatlerde, kendisini şeytanın desteklediği her şey, kendisiyle şeytana yaklaşılan ve onun yardımıyla yapılan amel, göz alıcı büyü, göz boyayan ve bir şeyi - aslında öyle olmadığı halde -göründüğü gibi zannettiren büyü, mehazı latif ve ince olan şey gibi ifadelerle izah edilmektedir. Sihir, aynı zamanda zekice, maharetle ve ustalıkla beyan ve söz söyleme anlamına da gelmektedir.(1)
Kuran’da, bütün elçilerin inkâr edenler tarafından sihirbazlıkla itham edildikleri dile getirilmektedir (Zâriyât 51/52.) Bu konuda bazı elçilerin ise özel olarak zikredildikleri görülmektedir.(2)
Kuran’da nebi Musa’dan sonra en çok sihirle itham edildiğinden bahsedilen elçi, nebimiz olmuştur. Diğer elçiler gösterdikleri mucizeler sebebiyle sihir yapmakla suçlanırken, bizim nebimiz daha çok getirdiği Kuran sebebiyle sihir ithamına maruz kalmıştır.
Bu ise Kurân’ın Resulullah’ın en büyük mucizesi olmasıyla alakalıdır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla altı ayette Kuran (Hud 11/7; Enbiya 21/3; Sebe 34/43; Zuhruf 43/30; Ahkaf 46/7; Müddessir 74/24) inkar edenler tarafından sihir olmakla itham edilmiştir. İki ayete göre inkarcılar, onu ‘meshur’(Büyülenmiş) olmakla nitelemişler (İsra 17/47; Furkan 25/8), bir ayete göre ise ona sihir nispetinde bulunmuşlardır (Enbiya 21/3) Yine iki ayette de Resulullah için “sihirbaz” dendiği nakledilmiştir (Yunus 10/2; Sad 38/4)
Şimdi ayetlerin okunması sırasında ortaya konulan sihir ithamı üzerinde duralım:
Sebe Suresi’nin 43. ayetinde, müşriklerin Kuran tilaveti karşısında verdikleri üç özlü tepki vardır, bu tepkilerin üçüncüsü, ilgili ayette şu şekilde ifade edilmektedir: “Hak kendilerine (belli olup) geldiğinde onu (yine) inkar edenler de "Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir" dediler.”
Kuran, insan kalbinde sarsıntı meydana getiren ve son derece etkili olan bir yapıya sahiptir. Bu yüzden inkarcılar “Bu kitap düzmecedir” demeyi de yeterli bulmayıp daha ileri gitmişler ve bundan sonraki aşamada, bu kitabın kalpleri sarsan etkisine gerekçe uydurarak “Bu Kitap, apaçık bir büyüden ibarettir.” demişlerdir. Aslında kendileri bile bu saçmalıklarına inanmıyorlar, Kuran’ın insan kapasitesini aşan bir Kitap olduğunu biliyorlardı.
Yine benzeri bir ayette bu durum,
“Ayetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman, o küfredenler kendilerine gelmiş olan hak için ‘Bu, apaçık bir büyüdür’ dediler.” Ahkaf(46)-7
şeklinde beyan edilmiştir. Enbiya Suresi’nde de bir dizi ithamdan söz edilmiş ve bunların ilki olarak:
“Şu sadece sizin gibi bir insan değil mi? Göz göre göre büyüye mi kapılacaksınız?” Enbiya(21)-3
beyanı zikredilmiştir. Zemahşeri’ye göre bu itham, müşriklerin “Resul, mutlaka melek olmalıdır.” inançlarına dayanmaktadır (Zemahşeri, Keşşâf, III, 100). Bu da onların, bir insanın ancak sihir yoluyla olağan üstü şeyler ortaya koyabileceği kanaatinden hareketle böyle söyledikleri anlamına gelmektedir. Aslında müşrikler bu ithamlarıyla Kuran’ın olağan üstü olduğunu kabul etmiş olmaktadırlar. Nitekim Zemahşeri, bu şekilde bir ithamla inkarcıların, kendi acizliklerini ortaya koymuş olduklarını ve resulü (olağan üstü şeyler gösterdiği anlamında) itiraf ettiklerini ifade etmektedir (Zemahşeri, Keşşâf, II, 317).
Netice itibariyle Resulullah’a yöneltilen bu tepkinin Kuran mucizesini örtme çabasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.(3)
Kuran kaynaklı olmak üzere müşriklerin “Sihir-büyü” tepkilerini böylece özetledikten sonra günümüze dönelim.
Toplum içerisinde Kuran’a aykırı davranışları, sözleri veya yaşantısı olan kişilere Kuran’dan ayetler okunarak tebliğ yapıldığında görmediğimiz bir tepkiyi, müşriklerin verdiğini görüyoruz. O dönemde okunan Kitap ile bugün okunan Kitap aynı olduğuna göre ve insanlar da ortalama aynı Kurani cehalet içerisinde olduklarına göre, Kuran’ın bugünün insanlarında neden aynı tepkiyi oluşturmadığı çok ilginç bir gözlemdir.
Denebilir ki; Kuran Arapça olduğundan, o dilin yapısı gereği, Arapça bilenlerde muhteşem bir etki oluşturmaktadır. Arapça dinlemeyenlerde aynı etkiyi oluşturmaması doğaldır. Güzel bir sesle Kuran tilavet edildiğinde bir çok insan etkilenmekte, tüyleri diken diken olmaktadır.
Buna cevaben derim ki: Kuran Arapça indirilmiştir ve ilk olarak Araplara tilavet edilmiştir. Arap toplumu şiire ve hitabete alışkın bir toplumdu, bunu tarihi bütün kayıtlar söyler ama Kuran’da doğrular:
“Biz ona (resule) şiir öğretmedik, (bu) ona yakışmaz da. O (vahyettiklerimiz) ancak bir öğüt ve mübin (apaçık) olan bir Kur'an'dır.” - Yâsin(36)-69
Şuara Suresinin son kısmı da bu konuyu dile getirmektedir:
224 - (Bunlardan, şeytanlara kulak verenlerden) şairler (var ya), onlara da azgın-sapıklar uyar.
225 - Görmedin mi onlar herbir vadide (alçak yerlerde) vehmedip-şaşkınca dolaşırlar.
226 - Ve onlar yapmadıkları-yapmayacakları şeyleri söylerler.
227 - Ancak (şairlerden) iman edenler, salih amellerde bulunanlar, Allah'ı çokça zikredenler ve zulme (haksızlığa) uğratıldıklarında öçlerini-haklarını alanlar müstesna. Zulmetmekte olanlar hangi dönüşe (hangi değişime) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.”
Saffat Suresinde de konu hakkında benzer ifadeler vardır:
“Ve derlerdi ki "Biz mi mecnun-deli bir şair için ilahlarımızı terk edeceğiz?"
“Hayır (o mecnun değildir). O, hakkı getirmiş ve (kendisi de) gönderilenleri doğrulamıştır.” - Saffat(37)-36 ve 37
Ayetlerden ve ayetleri doğrulayan tarihi gerçeklerden de açıkça anlaşılacağı gibi o dönem etkili bir şiir ve söz söyleme sanatı vardı. Kuran’ın tilavetini duyanlar onu bir şiir sanırdı, sadece şiirsel özellikleri olsaydı şiir gibi dinler ve sert tepkiler vermezlerdi. Onları öfkelendiren o sözlerin içeriğiydi. O yüzden yukarıdaki önermenin bir temeli yoktur. Kuran, onlara, bugün bize “Güzel Kuran Okuma Yarışmaları”nda okunduğu gibi süslü şekilde okunmuyordu, durumlarına uygun ayetler kendilerine normal bir şekilde okunuyordu, aksini düşünmek saçma olurdu zaten. Doğal olarak verdikleri tepkiler de okunma şekline veya diline değil içeriğineydi.
Bu bilgiler ışığında, Kuran’ı okunduğu dilden bağımsız olarak düşünmek durumunda olduğumuza göre, neden aynı etkiyi yapmadığını şöyle açıklayabiliriz;
Resulullah ve O’na inananların yaptığı tek şey müşriklere Kuran tilavet etmek değildi. Onlara bakanlar yaşantıları ve davranışlarında bir bütün olarak İslam’ı görüyorlardı. Ve onlar cesur bir şekilde müşriklerin karşısına çıkıp taptıklarını reddediyordu. Yani onlarda bu tepkileri oluşturan şey sadece Kuran’ın ayetleri değil o ayetleri okuyanlar ve o ayetlerle onları uyaranlardı. Vahyin bu etkisi, okuyanın kişiliği ile bütünleşmezse söylenenler bir şiirden veya güzel birkaç sözden öteye geçmez.
Bugün, yoldan sapmış birine, Allah’ın ayetleri ile hatırlatma yapıldığında görülen müşrikvari tepkiler, hataları savunma içgüdüsü ve inançlara körü körüne bağlılık ile açıklanabilirken müşriklerin gizli hayranlıkları ve bu hayranlıklarını sihir, şiir gibi hakaret veya küçümseme şeklinde yansıtmalarının karşılığı Müslümanlarda görülmemektedir. Yani ayetlerle muhatap olan Müslüman sadece sert tepkiler veriyor ama ayetin içeriği onu nadiren etkiliyor veya hiç etkilemiyor. Allah’ın sözlerinin müşrikler üzerinde yaptığı etkiyi Müslümanlarda yapmaması, ayetleri okuyanların resul ve arkadaşları gibi olmaması ile de ilgilidir. Sosyal medyada birbirlerine ayet yazarak kavga edenlerden hiç birinin ikna olmamasının sebebi de budur. Kuran muvahhiti bir mümin, gerçek hayatta bir şirk ehlinin karşısına geçip aynı ayetleri okuduğunda göreceği tepkiler, karmaşık olacağı gibi etkisi ve ikna edici olma ihtimali daha yüksek olacaktır. Bizzat yaşayarak gördüğüm bazı tepkiler şunlardı:
- “Biz anlamıyoruz, mürşit gelsin onunla konuş, onun bilgisi daha çok” – Cehalet
- “Bunca yıldır bunca eğitimi boşuna mı aldık? Senin ilmin ne?” – Kibir
- “Biz müşrik miyiz ki müşriklere hitap eden ayetleri okuyorsun” – Bilinçsizlik
- “Duymazdan, görmezden gelmek” – Akıllarını kullanmayan sağır ve dilsizler
Müşriklerde adeta büyülü bir etki uyandıran ayetlerin Müslümanlarda benzer bir etki oluşturmaması biraz da “Nasıl olsa bende buna inanıyorum” rahatlığı ile alakalıdır. Doğrudan inkar etmedikçe küfre girmeyeceği kuruntusu kişileri Allah’ın sözlerine karşı tepkisiz hale getirmektedir. Halbuki okunan ayete, sözle karşı çıkmayıp, inkar etmeyip, yine de fiilen o ayetin muhatabı olmak yine küfürdür ama bu bilinç bir çok Müslümanda oturmuş bir bilinç değildir. Bu bilinçte olmayan birine sadece ayet okumak tabi ki anlamsız olmaktadır. O yüzden Resulullah ve arkadaşlarının cesareti ile, insanlara, açık açık ve korkup çekinmeden yaptığı yanlışı anlatamadıkça, sadece ayet tilaveti ile tebliğ yapılmış sayılmaz.
Ayetlerin müşriklerde yaptığı şok etkisi hem Allah’ın sözlerinin gücü hem de tilavet edenlerin kişiliği ve üslubu ile doğrudan orantılıydı. Resulü örnek almak isteyen günümüz Müslümanı, ayetlerde anlatılan netlikte ve nitelikte davranmadıkça kör dövüşü şeklinde devam edecek tebliğ çalışmaları, amaçlanan etkiyi asla uyandırmayacaktır. O yüzden tebliğ ile ilgili ayetler incelenmeli ve Allah’ın elçisinin üslubu benimsenmeli. Sağlam bir kişilik ve Allah’ın sözlerinin gücü birleşince müşriklerde oluşan o büyüleyici ve sarsıcı etki günümüz şirk bataklığına saplanıp kalmış Müslümanlarında da oluşacaktır Allah’ın izniyle.
Bu satırlara bakıp günümüz Müslümanlarının tamamını müşrik gördüğüm sonucunu çıkarmak hakkaniyetsiz bir yaklaşım olacaktır. Günümüz Müslümanlarının, kendilerine anlatıldığı halde Kuran’dan uzak, batıl ve hurafelerle doldurulmuş beyinleri, kalplerinde katılaşmaya sebep olduğu için Kuran’daki dinin dışında bir yaşam sürüyor olmaları acı ama gerçektir. Duygusal yaklaşımlarla bu gerçekten kaçmaya ve uyaranları suçlamaya çalışmak, ümmetin bugün içinde bulunduğu berbat ötesi konuma pozitif etki etmeyeceği gibi, uyuşukluğun devam etmesine de neden olacaktır.
Bu düşüncelerle yazıma son verirken, İslam ümmetinin, bir an önce Kuran’daki yaşama ve bilince kavuşması temennisiyle Allah’tan hepimizin yardımcısı olmasını diliyorum.
Selametle.
Kaynakça ve Notlar:
(Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-‘Ayn, II, 220; Ezherî, Tehzîbü’l-luga, IV, 290; Cevherî, Sıhâh, s. 479; Kuran’da kullanıldığı manalar için bk. İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî, Nüzhetü’la‘yüni’n-nevâzir fî ilmi’l-vücûh ve’n-nezâir (nşr. Muhammed Abdulkerîm Kâzım er-Râzî), Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1987, s. 353-354.)
Kuran’da beş yerde Musa için, bir yerde onunla birlikte Harun için “sihirbaz” dendiği nakledilmektedir. Bk. el-A‘raf 7/109; Tâhâ 20/63; eş-Şuarâ 26/34; ez-Zuhruf 43/49; ez-Zâriyât 51/39; Musa ve İsa’nın mucizeleri için ise inkarcıların “sihir” dediği ifade edilmektedir. Bk. en-Neml 27/13; elKasas 28/36; el-Mâide 5/110; Yine değişik âyetlerde münkirlerin Musa’ya sihri nispet ettikleri ve sihirlenmiş anlamında ‘meshûr’ dedikleri anlatılmaktadır. Bk. el-A‘raf 7/132; Yûnus 10/77; Tâhâ 20/57, 71; eş-Şuarâ 26/35, 49; ez-Zuhruf 43/49; el-İsrâ 17/101.
Bu makale, kısmen, Dr. Nazife Vildan Güloğlu’nun “Kur’ân-ı Kerîm’de Tilâvet” (Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2015) isimli doktora tezinden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Comments